Saat 14:44.
Fark ettin mi sevgili okur, hep gündüzleri geliyor bu tarihte iz bırakma hisleri. Yalnız biraz hayal kırıklığına uğratacağım seni, sebebi sandığın gibi derin anlamlar falan içermiyor. Akşamları elime kağıt-kalem, bilgisayar alacak zamanı çoğu gün hiç bulamıyorum da ondan. Tüm gün mesaisi, akşam telaşı, uyku ve ertesi gün stresi. Al sana günün kısa özeti.
Vücudum da hiç destek olmuyor bana. Hani bir gün de demiyor ki “Bugün acıkmadım”, “Bugün uyumayıvereyim”, “Aaa bugün hiç yorulmadım”… Bedensel ihtiyaçların her gün kısır bir döngüde tekrarlıyor olması canımı sıkıyor bu ara. Daha fazla zamana, daha fazla tatile, daha fazla boşluğa ihtiyacım var. Hepimiz gibi.
Neyse.
Günün tüm telaşını bir kenara bırakıp, sorumlulukları kısa bir süreliğine erteleyip, hatta hafiften başlayan baş ağrısına bile göz kırpıp kısa anlar buluyorum yazmaya. Ve o anlar, boşluğun içinde, ağzına kadar dolmuş heybelerimi boşaltmaya yarıyor. Hem yüküm hafifliyor hem de az biraz soluk alıyorum. Böyle değil midir zaten, en dolu anlarımız yüklerimizden kurtulmaya en yakın anlarımızdır aynı zamanda. Bu küçük anlar da olmasa Sait Faik’in dediği gibi; “Yazmasam deli olacaktım.”