Adana 1

Tatilleriniz kaça ayrılır? Bizimkileri tastamam sınıflandıramam ama birkaç örnek verebilirim: aile saadeti, deniz kenarına serilmeli, keşif… Adana – Antakya’ya yaptığımız gezi keşif kapsamındaydı. Keşif gezisi mahiyeti gereği, şehrin hakkını vermek üstüne değil, şehirde ilgimizi çeken her şeye dokunmak üstüneydi. Yani demem o ki bu bir tavsiye yazısı değildir, olsa olsa gezdiğimi gördüğümü unutmayayım yazısıdır. Antakya’yı da sıradaki sayıya bırakıyoruz. Okumaya devam et Adana 1

Senelik Sayım Döküm

28 yaşımın son günü bugün, balkondaki salıncakta ööööyle sallanıyorum. Küçükken bu yaşımın hayalini kurmuş muydum? İnanın hatırlamıyorum. Ancak kursam da bu kadar yürek çarpıntısını hayal etmezdim herhalde.  En çok pijamasıyla rahat edip, en çok evinin balkonunda mutlu olan biri için akla gelecek ilk duygu pek tabii stres değildir. Ancak siz onu bir de benimle yaşayanlara sorun. Neşemi bir rüzgâr gibi dağıtır endişelerim. Bazısı çözülür, bazısı … Okumaya devam et Senelik Sayım Döküm

Ağustos Yine Bildiğimiz Gibi

Ağustosun sonuydu ve Ankara kaynar bir kazan gibi fokurdayıp duruyordu. Aklım olmadık çalışıyordu, midem yanıyordu, içim bir sıkılıp bir açılıyordu. Neden sonra anladım çok yorulduğumu. Adım adım değil bir perdenin kalkışı netliğinde berraklaştı yorgunluğum, geldi karşıma oturdu. Ben de kucakladım yorgunluğumu gittim yatağıma uzandım. Hava da bunu beklermiş gibi insafa geldi birden, bir yel yaladı parmak uçlarımı. İşte ben ve yorgunluğum koyun koyuna yatarken öğrendiklerimi … Okumaya devam et Ağustos Yine Bildiğimiz Gibi

Yas

Canım Viz’e, İlk görüşte vurulduk sana, girip kazaklarımın arasına oturduğunda. Endamlıydın, turuncuydun, sıcacık bakan yeşil gözlerin vardı. Canım benim. Nereden bulurdun o kadar sıcakkanlılığı? Onca yıldan sonra bile hâlâ akıl sır erdiremedik. Sana bakınca kalbi erimeyen kimseyi tanımadım. Sonra, o yarı aptal, yarı muzır tavırların. Sana söylediklerimin hemen hepsini anlardın ama hepsini dikkate almazdın, bilirdik. Sevildiğini bilmenin o güzel rahatlığı vardı hep üzerinde. Dünya patilerinin … Okumaya devam et Yas

Canı Sıkkın

“Amaan, olduğu kadar be!” dedim. Üstüne yarı histerik bir kıkırdama bıraktım. Paçalarımı uçuştura uçuştura çıktım. Sıcak bir haziran günüydü, içimde iri bir parça canından bezmişlik, iki çorba kaşığı sıkışmışlık, bir tutam kendi suçunu da bilme, tadını verecek kadar alınmışlık vardı. Hepsi birlikte üstlerini geçecek kadar huzursuzluğun içinde kaynıyordu. Bitmeye yanaşan şeyleri nasıl uğurlarsınız? Ben duygulu da biriyimdir aslında, ama, ne bileyim. Öyle içimde bir kayıtsızlık … Okumaya devam et Canı Sıkkın

İyi Bayramlar

Hadi, saat yedi buçuk olmuş bile. Toparlandık çıktık desek yarım saat. İki buçuk saat de yol desen… 10.30 güzel bir pazar kahvaltısı saatidir ancak bir bayram sabahı için geç kalır. Bir an önce çıkalım! Ankara ile Eskişehir arası hızlı trenle bir buçuk saat çeker. Otobüse binsen üç buçuk. Arabanla gidersen çıkış noktana göre bin çeşit süre uydurulur elbet. Yalnız tam burada sormam gereken sorular var. … Okumaya devam et İyi Bayramlar

Kelebek Çiçeği

Taşınmayı sever misiniz? Biz taşındık, iki hafta kadar oldu. Son derece planlıydı. Yana döne arayıp bulduğumuz, kenarı köşesi tümden içimize sinen evimize. Biz de planlıydık üstelik. Koliler falan, haza organize. Efendim anneler babalar geldi, fonda Neşeli Günler müziği çalar gibi bir işin ucundan tutuldu, ustalardan yana şansımız güldü, öyle böyle derken her şey yerini buldu. “Ee?” diyeceksiniz, “Besbelli neşeli bir anı olacak.” Ben de öyle … Okumaya devam et Kelebek Çiçeği

Aman Ne Neşeli Kadın!

Sabahın serini yüzüme vuruyor. Keşke rahat bir eşofman üstüne hırkayla çıksaydım dışarı. Bakarsın yürümek bir noktada yetmezdi de koşmaya başlardım. Gereksizce engebeli bu mahallenin bir bayrından neşeyle kendimi bırakmayalı hani oldu. İnanmazsınız ben suratsız biri değildim. Gerçi inanırsınız belki. Şimdi de pek öyle sayılmam dışarıya karşı. Kendi içimdeyse suratım hep asık. Hep asık, güldüremiyorum içimin yüzünü. Neyse… Demem o ki, varacağım bir yer olmasa sabah … Okumaya devam et Aman Ne Neşeli Kadın!

Merak, Beis ve Isırık

Bugün didaktik tarafı olan bir şey yazacağım. Belli ki itici olmayı göze almışım.  Bugün bahsedeceğim şeyden herkesin kafasının bir kenarında var, eminim. Nedir o? “Ya bize ne allasen” noktası. Fakat bu zavallı noktanın gayet cengaver bir rakibi var: Merak.  Aman ya Rabb’im o merak! “Biz sıcakkanlı milletiz”, “Ama biz yakın arkadaşız”, “Lakin yapmayın biz samimiyiz”, “Bizim aramızda öyle şeylerin lafı olmaz”, “Aman yahu onda ne … Okumaya devam et Merak, Beis ve Isırık

Zaman Çivisi (1)

Sayın okuyucu, bu yazı olabildiğine öznel ve şahsımla ilgili. Dolayısıyla, bunu yazarın günlüğüne göz atmak gibi düşünebilir ve bakmadan geçebilirsiniz. “Biz, senle ben yani sevgilim, iyi bir takımız. Kendi küçük dünyamızı bir uçtan bir uca arşınlarız. Benden başkası bilebilir mi ince kıvırcık saçlarının dalgaların köpüğüyle olan benzerliğini? Sanmıyorum. İlk ne zaman yan yana yürümeye başladık onu da kestiremiyorum. Ama biz bu yola çıktık çıkalı, sevgili … Okumaya devam et Zaman Çivisi (1)

Hava bulutlu, sen nasılsın bugün?

-Hava bulutlu, sen nasılsın bugün? -Ben, kedi gibi sokulgan… Huyum değildir aslında bilirsin. Gelip geçecek rüzgârları her zerremle göğüslemeyi severim ama bu aralar değil. Buluttan mıdır nedir? Mutsuzluk desem ayıp olur, hayır, böyle ağırbaşlı bir hüzün yalayıp geçiyor gönlümü. Sıcaklığını bildiğim bütün kucaklara birer birer kıvrılasım var. Öğle vakti çıkabilecek yarım saatlik güneşin hatrına, saati saatin ucuna ekleyerek usul usul öğütüyorum günü, günleri. Sanki sırtımı … Okumaya devam et Hava bulutlu, sen nasılsın bugün?

Bir Ankara Gecesi ve Can Bonomo’yu Sevmek Üzerine

“Pamuk, sen öyle üşürsün, atkını sar göğsüne.” diyorum. Hak veriyor ki kıvırlarını da alıp bazaya koşuyor sevdiğim ve sonra atkısı boynunda dönüyor.  Yabancı hareketlerle çıkıyoruz, eh, nicedir geceleyin dışarı çıkmamışız. Ankara’nın ekim sonu geceleri biraz gavurdur, sabah hırkanı zor bela üstünden söken güneş çekilmiştir. Bu gece de Ankara’nın şanına yaraşır, tastamam. Soğuğun içinde hoplaya hoplaya merdivenleri iniyoruz, keyifliyiz, laflıyoruz, bakıyorum biz de tastamamız. Ancak buraya … Okumaya devam et Bir Ankara Gecesi ve Can Bonomo’yu Sevmek Üzerine

Raf Ömrü, Balon ve Uzay Boşluğu Üzerine

Dostlar, bu sayıda bir öyküm yok ama aklımda bir vecize var: “Her şeyin bir raf ömrü var.” Zira süt kesilir raf ömrü geçince, yoğurt ekşir, sabır taşar örneğin; aşk ise acır. Peki ya dostluklar? Bunu yeni keşfettim, bakın, burası önemli: uzay boşluğunda kaybolur. Çekeleyip durduğun dostluğun ucunu, kaçası olan uçan kırmızı balonu bırakır gibi bırakırsın ve dudağının kenarına sabitlediğin kırık tebessümünü, her yetişkin bireyin er … Okumaya devam et Raf Ömrü, Balon ve Uzay Boşluğu Üzerine

Eylül Mutlusu

Serin bir rüzgâr önce ayaklarıma sonra omzuma değiyor, yavaşça dönüp nevresim için yanımda uyuyan sıcaklıkla itişmeye başlıyorum. Nevresimin bir ucunu kurtardım mı tamam, sokulup ısınabilirim. Ancak uyku bünyemden bir kez ayrılınca rahat duramıyorum. Azıcık ısınıp usulca yataktan süzülüyorum. Çekmecemden komik renkli bir çorap bulayım, şu hırkayı da omzuma takayım, artık hazırım! Mırıl mırıl ayağıma takılan Viz’i yakalayıp zorla burnundan öpüyorum ve aheste revan mutfağa varıyorum. … Okumaya devam et Eylül Mutlusu

II

Gömleğimden çözdüğüm her bir düğme, kafamdaki bir düşünceyi koparıp atıyor. Pamuğu usul usul gezdiriyorum kirpiklerimde. Burnumdan derin bir nefes alıyorum. İnine girmenin telaşını yaşamış bir hayvan gibi inimde sakinim şimdi. Suyu sıcak tutuyorum önce, havanın değil ama suyun sıcağının bir sihri var: buhardan bir tül gibi geçiyor olan bitenin üstünden. Olan biteni silmese de o buhardan tülün arkasından görmemi sağlıyor. Bu bile yeter. Buzdolabından çıkardığım … Okumaya devam et II

Belki Uzun Yazarım Bu Kez: I

Güneş böyle güzelken, sıcak nasıl böyle bunaltıcı anlamak mümkün değil. Gerçi anlayacak dermanım da kalmadı, öylece yürüyorum asfaltın kenarında. Sıcak, hem tepemden vuruyor hem asfalttan yükseliyor. Zihnim gayet bulanık, söylenenleri kopuk kopuk duyuyorum. Araya birkaç onay kelimesi serpiştiriyorum. Sohbetin kısırlığının bu anlık önemi yok. Çünkü istemsiz ve sırasız düşünüyorum. Bazen itirazımdan, bazen içimi açtığımdan, bazen gayriihtiyari tepkilerimden utanıyorum. Utanmak da denmez gerçi, beni utandıracak şeyleri … Okumaya devam et Belki Uzun Yazarım Bu Kez: I

Ben Size Nasıl Dayanacağım?

Kolaycılığınız, zaten o hallederciliğiniz, karşınızdakinin de bir insan evladı olduğunu unutuşunuz, sizi de çirkinleştiren o çirkin bencilliğiniz, yüzünüzün bir katre kızarmayışı, hiç hüzünlü bir şarkı dinlememiş gibi katı olan kalbiniz, baktığınız yerden tek taraflı görmekte ısrar ettiğiniz herhangi bir şeyi yargılayışınız, iğneniz, çuvaldızınız, hepsini ille de başkalarına batırışınız, sesinizdeki o hırs, gözünüzdeki o hırs, ruhunuzdaki o hırs, doğru hedefe değil kolay hedefe yöneliveren lanet öfkeniz, … Okumaya devam et Ben Size Nasıl Dayanacağım?

Boğuk İkindi

Bakın, oradaki gözyaşı, gözün iç köşesinden burna doğru yuvarlandı, başın durduğu meyilden ötürü. Muhtevası gereği neşeli duran organze toka ise kendinden beklenmeyecek acımasızlıkla bir ağrı sapladı saçlarını tutmakta olduğu başa. Boğucu bir yaz gününün yapış yapış ikindisi, batan güneşin dolduğu bir odadaydı, iki kişi. Ağrılı başını sıvazladı beriki; ama gözyaşına herhangi bir müdahalede bulunmadı. Bir dize okumuştu ta bir zaman, hangi şair, hangi şiir deseniz … Okumaya devam et Boğuk İkindi

Dondurmalı Sufle

O ahşap sandalyenin üstünde ne kadar rahat olunabilirse o kadar rahat. Sırtını duvara vermiş, yüzünü meydana dönmüş, öylece oturuyor. Başından omzuna dökülen saçlarını el yordamıyla dolamış, sonra da bu lastiksiz topuzu başıyla duvar arasına sıkıştırıvermiş. Kirpiklerinin lekelediği camların arkasından biraz pasaklı ama net bakıyor dünyaya. Dünyadan kastı iste bu dört duvar. Huyudur, ötedeki berideki insanları dinliyor. Sağdan sola doğru bütün masalara sırayla kulak kesiliyor, hoş … Okumaya devam et Dondurmalı Sufle