Merdiven Boşluğu 6

(Siyah mantolu, siyah pantolonlu, siyah ayakkabılı Selim, biteviye devam eden yolda, evmeden yalnız başına yürüyordu. Gözleri yerde, adımları gözlerinin ardındaydı. Yeknesak devam eden bu yürüyüş gökyüzünden gelen şiddetli bir gürültüyle sarsıldı.) Gök gürültüsü diyorlar buna, yıldırım, şimşek. Elektron, proton. Hep bilimsel, hep bilimsel. Ataların bize mirası, bir bu icatlar, bir de içimize işlemiş genetik ağlaklığımız. Ağlak doğmuşuz birader. Ağlak ve korkak. Kaç yüz metre tepedeki şimşeğin sesinden korkan insan, kendinden kaç kat küçük örümcekten korkan insan, kendinden kaç gönül uzak insanları kırmaktan korkan insan, kırılmaktan korkan insan, üzmekten çok üzülmekten korkan insan, evet, ben de korkuyorum. (Elleri cebinde adımlarına ara vermeden başını sesin geldiği yöne, havaya çevirdi. Siyah bulutlar beyazlarla iç içe geçmiş, güneş onların arkasına saklanmıştı. Hafif esen rüzgâr uzun saçlarını savuruyor, ince ince yağan yağmuru Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 6”

Merdiven Boşluğu 5

“İnsan; hırsla bezenmiş. Yalnız öyle kuru kuruya, laf olsun diye değil. Hırsla karılmış harcı, hırsıyla örülmüş kendini çevreleyen duvarı. -Yapma, başımıza ne geldiyse bu beylik laflar yüzünden geldi. -Yok yok, bu öylesine söylenmiş bir şey değil, dinle sen. -E buyur o zaman. -Öyle bir duvar ki bu; içine hapsettiği kişinin bütün güzelliğini gölgeliyor, alıp götürüyor. Yerden göğe kadar uzanan bu duvarın arkasında küçücük kalıyor insan. Hiç olmaması ayrı dert, gereğinden fazla olması daha da büyük bir dert. Yaşama hırsı olur, para hırsı olur, meslek hırsı olur; bir bağlanma güdüsüne, bir bağlılık ihtiyacına karşı oluşturdukları olur, ki buna daha bir aşkla bağlanır, hırsıyla yaşıyor insan. Kendisi de farkında bu durumun; hırsının büyüklüğü nispetinde kendisini nasıl da küçülttüğünü fark ediyor. -Bunun için önlem almıyor mu peki? -Almaz mı, türlü oyunlarla bunu saklamayı amaç ediniyor ve beceriyor çoğu kez, saklıyor. Öyle güzel oynuyor ki rolünü; bazen bunu fark etmek neredeyse imkânsız bir hale geliyor. Neyse ki Aslı için böyle olmadı.” Kordonda yan yana dizilmiş banklardan birine oturmuş, ayaklarını ileri, denize doğru uzatmış, önünde uçuşan martıları seyrediyordu. Elindeki simitten bir parça koparıp ayaklarının dibine doğru attı. Birkaç martı hemen yere konup kaptı bu parçaları. “İnsana alışmışlar. Hâlbuki düne kadar buralarda avcılar vardı. Belki martıyı vuran olmazdı ama kuş kuştur, diğerlerini vuran da insan değil miydi? Neyse ki avcılık artık yasak ve martılar böyle bir vicdan muhasebesine girmiyorlar.” Bir parça daha koparıp yere attı. “Demek ki kin tutmak insana mahsus. Bireysel bir kinden Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 5”

Merdiven Boşluğu 4

Geç kaldım bugün, acele etmeliyim. Televizyonun fişini çektim. Fırın tamam. Anahtar cebimde. Çantamı aldım. Cüzdan. Telefon. Ceplerini yoklayarak çıktı kapıdan. Ayakkabılarını giydi, kapıyı kendine doğru çekerek kapattı. Cebindeki anahtarı çıkarıp iki kez kilitledi. Sabah erken uyanmam gerekiyordu. Saat de çaldı, duydum. Kapatıp tekrar uyudum. Alarmın sesini değiştirme vaktim geldi, bağışıklık sağladım, fark etmeden kapatıyorum. Merdivenleri hızlı hızlı iniyordu. İkişer ikişer inersem dengem bozulur. Denedim daha önce, daha hızlı inilmiyor. En hızlısı bu şekilde teker teker inmek. Şu hızımla bir de düşersem… -Selim! Eyvah. Aslı bugün konuşmasak, çok acelem var desem? Alınır, bir hafta konuşmaz sonra. Bir seferinde dinlememişim, öylesine bir cevapla geçiştirmişim, kaç gün küs gezdi. -Günaydın Aslı. Konuşursa da susmaz şimdi. Huyu kurusun, iyi, hoş konuşuyor ama zamanlamayı pek tutturamıyor. -Günaydın. Nasılsın? Ah, geç bunları Aslı, saat sabahın sekizi, iyiyim işte, gece görüştük daha, yine nasılsın demiştin, ondan önceki sabah da iyiyim demiştim, ondan önceki gün yine sormuştun, her zaman iyiyim demiştim, kötüyken de iyiyim demiştim. Ne zaman kötüyüm dedim ki? Niye hep böyle başlıyoruz ki? -İyiyim Aslı, sen nasılsın? -İyiyim ben de, bak ne anlatacağım sana. Oyh, acelem olduğu anlaşılmıyor sanırım. Saçlarımı yıkamadım mesela, dağınık. Kravatımı takmadım henüz, çantamda. Çantamda mı? Koydum mu ki? Unuttum. Hızlı da inmiştim, oradan bari anlamalıydı. Kravatı almak gerek. Geri dönmem lazım daha. Hadi Aslı. -Ne oldu, kötü bir şey yok değil mi? -Yok yok. Çok küçük bir şey. Dün gece önümde yine onlarca dosya var. Saat on iki gibi. Okunan ve okunması gereken onlarcası masanın etrafına dağılmış, oda dağılmış, kafam dağılmış, bin parça. O an bir müzik dinleme isteği geliyor içimden. Ama ne istek. Bunalan aklıma sığınak. Esrar müdaviminin yoksunluk Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 4”

Merdiven Boşluğu 3

Bu son basamağa gereksiz bir özen gösteriyorum. Adım atışım değişiyor, garip şeyler hissediyorum. Hâlbuki mütemadiyen her gün inip çıktığım bu merdivenin diğer otuz sekiz basamağından hiçbir farkı yok. (Evet, otuz sekiz tane basamak var bu merdivende. Elimde değil sayıyorum.) Bu da diğerleri gibi bir metre eninde, on beş santim genişliğinde. Bunun da üzerinde tıpkı diğerleri gibi kirden, topraktan oluşmuş kahverengi lekeler var. Bildiğin merdiven basamağı yani. Dün yine böyle mühim meseleler için çıkmıştım evden. Beyaz gömleğim, üzerine lacivert kravatım, takım. Tam burada, bu lekeli basamakta aklıma gelmişti. Yazılacak raporlar, iç siyaset meseleleri, işçi alımları, sigorta primleri değil. Çamaşır atmıştım makineye, çıkınca koltukların üzerine sermiştim, kurusunlar diye. İçim elvermedi iki günlük atletle dışarı çıkmaya. Döndüm yenisiyle değiştirdim. Ceketimi çıkarmıyorum hiç, aslında kirli olduğu farkedilmezdi. Ama bu üstün canlı olan ‘ben’e yakışmazdı. Yine ceketimi çıkarmadığım için gömleğimin kollarını da ütülemiyorum zaten. Olsun, o başka bu başka. Lekelerle ilgili yanlış anlamayın, kimseyi suçlamıyorum çünkü temizlemekle çıkmıyorlar. Geçen pazar; temizlik gününde bu merdiven yıkama işini ben yapmıştım. Ayten teyze ya da ablayla, abla diyorum artık, Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 3”

Merdiven Boşluğu 2

Niye her zaman karşımızda bir düşman oluşturma güdümüz var? Mesela niye yukarı doğru çıkarken bize ‘inat’; aşağı bastıran yerçekimi diye bir kuvvet var?

İkişer ikişer çıkıyordu bu sefer merdivenleri. Bütün gün oradan oraya koşmuş, evrak kovalamış, loş odalarda zihin bulandırmıştı. Bugün kendimizden düşünelim, bencillik aksın eteklerimizden ve susmayalım, sus, diyene inat. Sus diyene mi inat? Bak gene… Uyuma içgüdüsüyle uyuşan bedeni ayaklarının altından akan basamaklara türlü oyunlar oynatıyor, düşmemek için azami dikkat ediyordu. Geçen gün yine böyle aceleyle çıkarken ayağı takılıp düşmüştü de üç gün ağrısını çekmişti. Beşinci basamağın solunda küçük bir tümsek var. Takılma, sağından geç. Biz en çok kendimize üzüldük güzel kardeşim, yine ayarlayamamıştı hızını, merdiven boşluğunun sarı ışığı iki kat arasında sönmüştü, en dar zamanlarda vakit bulup kendimiz için düşündük, kendi kendimize düştük, kendimizi düşürdük. Düşünürken yürümek mi kaldı bu anda? Neydi bunun aslı? ‘Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizans’tan, yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses.’ Bugün pek bir sessiz buralar. Ayten hanımlar yok zaten, tatile gittiler, memleketlerine. Bunun için Aslı’nın okulunun bitmesini bekliyorlar, her sene önce Aslı okulunu bitiriyor, sonra üç gün üst üste sabah erkenden sarraf Hüseyin çantasıyla bir yerlere çıkıyorlar ve bu üç gün içinde herhangi bir vakit bu merdivenlerde benimle karşılaşıyorlar. Rutinleri bu. Bir tür ritüel. Üç yıldır bozmadılar, evet, üç yıldır bu apartmanda oturuyorum. Üç yıldır bu Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 2”

Merdiven Boşluğu 1

Apartmanın yola bakan yüzünde, dikdörtgen şeklindedir giriş kapımız. Günde iki sefer selamlaşırız, bazen unuturum ben hatırını sormayı, hemen gönül koyar, tanımazlıktan gelir. Eşiğin önünde durdu, tanıştırayım, siyah eldivenli parmağını kapıya doğru uzattı, bu giriş kapımız, sonra aynı parmağı kendine çevirdi, bu da biliyorsun işte, bir değişiklik yok, hala aynı ben, sabah uğurladığın gibi, yalnız bak, eldivenlerim yeni, gelirken aldım onları. Dikdörtgen dedim, çünkü bütün kapılar böyledir, bizimki biraz farklı, şahsiyet sahibi bir kapıdır kendisi. Açmak için çekilen demir aparat yerden otuz santim yükseklikte, alçak yani. Yerden o hizaya kadar eflatun bir demir plakla kaplıdır yüzeyi. Sonra yine eflatun renkli parmaklıklar başlar, yukarı doğru uzanırlar. Parmaklıkların arkası buzlu cam. Neye hizmet o kadar aşağı yapmışlar bu aparatı bilmiyorum. Her seferinde eğilmek gerek, olsun, bir nevi kapıya saygı, eğilirsin ve uzatırsın elini. Eğildi ve koca demir yığınını hafifçe iterek açtı. Yerler ıslak, Ayten hanım yine merdivenleri yıkamış olmalı. Zemin mermer; mozaik desenli, beyaz üzerine kahverengi lekeler. İki adım attı ve durup geriye, bastığı yerlere baktı. Ayakkabısının izi ıslak mermerde kalıp gibi çıkmıştı. Batırdık işte kadının emek emek temizlediği yeri. Ne yapmalı? Geri döndü ve izin üzerine ayağıyla yuvarlak daireler çizmeye başladı. Koyu çamur izinin rengi gittikçe açıldı, leke büyüyerek kayboldu. Kötülükler, çirkinlikler de böyledir işte. Ayten hanım aynı zamanda evinin de hanımı. Çok iyi merdiven yıkar, ben de çok iyi suçumu gizlerim. Basamakları bir bir çıkmaya başladı. Ya ya ya, şa şa şa kontr-gerilla çok yaşa. Ya ya ya, adım at, şa şa şa, adım at, kontr-gerilla, adım at, çok yaşa ve işte bir adım daha. Bunlar da olmasa çekilmez bu merdivenler. Asansör olsaydı böyle şeylere gerek kalmazdı. Ya ya ya, bir adım attı, merdiven olayı çok kötü; ne evdesin ne sokakta, araftasın yani. Bu zamanda arafta olan, bitaraf olan bertaraf oluyor. Hepsini geçtim, sürekli bir tedirginlik hali var burada, çünkü şu sarı lambalar otomatik değil. Şa şa şa, bir adım daha attı, girişte basıyorum düğmeye, ikinci katta Hayri Beylerin kapısında sönüyor. Biraz yavaş ya da aceleyle biraz hızlı çıksam iki kat arasında, karanlıkta kalıyorum. Kontr -Selim Bey iyi akşamlar! Elli yaşlarında kadın sesi, tınısından belli bu, ellerden sonra yaşı ele veren ikinci hain; ses. Tanıyorum bunu, zaten merdivenlerde karşılaşabileceğim fazla seçenek yok. Eğer gençse Aslı’dır, yaşlıysa… Ve evet, Ayten Hanım, biz de sizden bahsetmiştik daha yeni, ellerini paltosunun cebinden çıkardı, kendisine gülümseyen kadına doğru döndü, -aaa Ayten Hanım iyi akşamlar, nasılsınız? Bazı durumlar için bazı kalıplar vardır, düşünmeden ezbere söylersin, sıra Ayten Hanımda: -İyiyim çok teşekkürler, uğraşıyoruz işte, annenler nasıl? Uzak bir yere çıkıyor olmalı, mahalle içinde bir yere gideceğinde bu bej rengi, deri çantasını almaz, genellikle elinde şu kuyumcuların verdiği küçük çantalardan olur; Sarraf Hüseyin. -İyi, o da iyi, yalnız bu ara hasta biraz. Ayten Hanım’ın yüzü (olması gerektiği gibi) düştü, -çok üzüldüm, çok geçmiş olsun, selam söylersin ona da. Bravo Ayten Hanım, rolünüzü çok güzel oynadınız. Oscar goes to Ayten! -Baş üstüne, söylerim. Tam o sıra Ayten hanım’ın kızı da geldi; Aslı. Annesinin yanında durdu, elini genç adama doğru uzatarak konuştu; -ne o, kışı erken getirmişsin, sıcak iklim insanı olduğun nasıl da belli. Bak bize, kışlıkları daha çıkarmadık bile. Bu kız benden bir yaş küçük. Annesi çekingen, sessiz bir kadındır, ama kızı onun gibi değil, biraz fazla cüretkâr. -Hah evet, üşüdüm bugün, e alışık da değilim böyle soğuklara, ellerim buz tuttu. Yolda telefonla konuşuyordum. Hadi diğer elimi paltomun cebine soktum, ama telefonu tutan elim? İyi ki yolda önüme seyyar bir satıcı çıktı, eldiven, atkı filan, sermiş tezgâhı yere, hemen aldım bir eldiven. -Ne demişler; iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Bu bayat espriye Okumaya devam et “Merdiven Boşluğu 1”

Diyalek-Tik-Tak-Tik

İnanmak bazen körü körüne bile olsa haz veriyor. Dünyanın yuvarlak olduğuna ve insan denen canavarın etrafında döndüğüne, ya da insanın dünyanın etrafında döndüğüne, bazı şeylerin gerçekten insanı maymuna döndürdüğüne inanmak; Galileo’nun kemiklerini sızlatıp, Darwin’le dalga geçmek, birçok yarı-gelişmiş canlı gibi bize de haz veriyor. Galileo, Arşimet, Hipokrat… Eyvallah sevgili bilim adamları, bilim için adanmış ömürler, bilimsel bilimsel konuşan cahiller eyvallah ama bir küçük sorun var, … Okumaya devam et Diyalek-Tik-Tak-Tik

Prensesin Çöple İmtihanı

Tıp okumasam belgesel çekmek isterdim. Ya da dur, önce kendimi tanıtayım. Merhaba Dilemma okuyucusu, ismim Bilal, Sümeyye’nin arkadaşıyım. Sümeyye ev sahibi burada, ben derginizde misafirim. Aslında biraz yüzsüz bir misafirim çünkü dördüncü kez çalıyorum kapınızı, inatla, hoş bulduk. Yaşımı sorarsan anneme göre yolun başında, devlete kalsa milletvekili olacak yaştayım, tutarsız. Suyu çok, denizi bol bir yerden gelip; tuzu yok, tadı az bir yerde tıp okuyorum, … Okumaya devam et Prensesin Çöple İmtihanı

Bağnaz Birkenbinolangiller

Geçen gün büyük bir alışveriş merkezinde küçük bir sinek hızla yok sandığı pencere camına çarptı ve süzülerek yere düştü. Çarpmanın etkisiyle kırılan sağ kanadı düşerken gövdesinin altında kalmıştı. Sağlam olan kanadıyla uçmak için çabaladıkça sanki bir ucu yere sabitlenmiş pergel gibi kendi etrafında dönüyordu. Tesadüfen olayı gören adam sineğe güldü, alaycı bir sesle öküz(!) dedi ve yaklaşarak üzerine doğru eğildi. Adamın yüzü kendinden zayıf birini … Okumaya devam et Bağnaz Birkenbinolangiller

Hayat

“Hayat yaşandığı kadardır. Ötesi ya hatıralarda bir iz, ya da hayallerde bir umuttur.”  İnsan bu; doğar, yaşar ve ölür. İlk ve son evre tüm insanlar için ortak bir unsurken, bu ikisi arasına sıkışan dönem, yaşamak; daha karmaşık, girift, efsunlu bir süreçtir. Doğum ve ölüm, bu ikisine şekil vermek neredeyse imkânsız iken, o yaşamak var ya o, tamamen özneldir. Büyük bir kalabalık önce doğar. Bazıları yaşar. … Okumaya devam et Hayat