Nasıl Yani?

Susuyorum. İçimdeki en derin hücrelerime kadar bu suskunluğum. Konuşamıyorum, konuşursam nefes alamıyorum ve boğuluyorum, sesim çıkmaya çalışıyor boğuk boğuk, hava çok soğuk. Ben bu soğukların insanı değilim; ben sıcak iklimleri severim, orada yeşillenirim, sürgün veririm. Maviyedir benim sevdam, tutkum. Tutulur nutkum… Konuşamam, konuşacak bir şey yok, yokluk dışında tabîi. Nefes alış verişlerim düzensizleşiyor, Allah’ım neler oluyor, başım dönüyor? Soğuk soğuk terliyorum ve vücudumu bir panik dalgası sarıyor. Peki n’apacağım ben? Ölüm böyle olsa gerek. Ölmek için çok erken, daha çok şey yapacağım: Gezip tozup eğleneceğim, daha yapılacak bir sürü işim var, neden şimdi, neden? Bağıra çağıra konuşmak istiyorum ama ümüğüme kocaman bir yumruk oturdu ve kalkmaya da hiç niyeti yok. Yapabilirim, başarabilirim, bir çıkış yolu bulabilirim, bulmalıyım da. Yoksa bedenim ve ruhum sonsuza kadar yok olacak. Nefes alamıyorum. Nasıldı sıralama? Önce nefes al, sonra sakince dışarı ver. Evet, konuşmasam da olur, önce nefesimi düzene koyayım, sonra konuşmak için çare ararım. Her şey sırayla, gelecek ardı ardına. Nerede kalmıştık? Evet, oluyor, böyle yavaş yavaş hayata döneceğiz sevgili bedenim. Aaa o da ne? Kapımın önüne gelmişim, ne ara geldim hiçbir fikrim yok, umarım delirmiyorumdur. O da ne? O yaprak hareket mi etti?! Nasıl hareket ediyor ki? Ayakları yok ki yürüsün, kanatları yok ki uçsun. Yapraaak sen var ya sen, anca ağaca bir yüksün! Bir o yana, bir bu yana savrulup duruyor, gideyim de üstüne basayım, içim rahat etmeyecek yoksa, onu susturmalıyım, ben konuşamıyorsam kimse konuşmamalı. Az önce yaprak katili oldum ama hiç de pişmanlık duymuyorum. Ses çıkarıyordu bir de utanmadan. Ben de icabına baktım. Uzaktan güzel bir melodi geliyor, sanırım biri mırıldanıyor. Eyvah, yandık, onu da öldürecek şimdi bu, demeyin sakın, onu bağışlıyorum çünkü bu müzik bana iyi geliyor. Gevşiyorum, gevşiyor, gevşeee. Yavaş yavaş kasılıp duran kaslarım gevşiyor ve biraz olsun kendime geliyorum. Sanırım artık beynime oksijen gidiyor ve bilinç bulanıklığım bir nebze de olsa hafifliyor. Sis perdesi aralanıyor ve ben gerçekliğe bir adım daha yaklaşıyorum. Gerçeğin kollarına kendimi sertçe bırakıyorum ve aaaahh!!! O da neyin nesi? Karşımda bir sürü insan ve herkes bana odaklanmış. Ne yapayım şimdi; gülsem mi, ağlasam mı bilemedim! Aniden alkış tufanı koptu ve ben o tufanın ortasında kaldım. Nuh’un gemisinde de değilim artık, boğulacağım ama boğulmak en acılı ölümlerden biri diye söylenir hep. Ne kadar ironik; mavinin insanı olan benim ölümüm de yine o maviden olacak. Yapma mavi, sen o kadar acımasız değilsin, beni affedebilirsin. Lütfen acı bana, beni alma o kutsal kollarına. Tam o anda boğazımı yırtarcasına bir çığlık peyda oldu. Nereden çıktı bu çığlık, benden mi geldi, diye şaşkınlığım devam ederken herkes beni hayretle izliyordu. Hareketlerim anormalleşmeye başladı. İşte şimdi gerçekten ayvayı yedim. Gözlerimi kapadım ve acısız şekilde sürecin sonlanmasını bekledim. İçimden gelen o kabulleniş, çaresizliğin getirdiği serzeniş her şeyin başlangıcı oldu. Benim için yeni bir başlangıç, adeta uyanıştı bu. Derken gözlerimi açtım, bu sefer gerçekten uyanmıştım. Ancak yine etrafa bir bakındım, annemin o sitem dolu sözleri kulaklarımda çınladı: Yavrum yine mi koltukta uyudun? Hadi kalk yerine yat da daha fazla üşütme kendini. Hadi benim güzel evladım 🙂 Ooohhh be, iyi ki rüyaymış! Az daha kalp krizi geçiriyordum 🙂

Konuk Yazar: Merve AYBAL

*

Kapak Görseli: welt.de

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s