Sevdalık mısın?

Doğru mu duymuştum? Yok burada daha fazla duramam. Her yeri dağıttı zaten. Aslında alkol de almamıştı. Bazen alkol alınca saçmalıyordu, bir şeyler diyordu. Mesela ‘Pelin senin bu güzelliğini fark etmemek için kör olmak gerekir.’ falan diyordu. Ben de hep ‘Saçmalıyorsun.’ derdim. Neden bu kadar sinirlendi? Masadaki her şeyi yere döktü. Bardak paramparça oldu, tıpkı bizim arkadaşlığımız gibi parçaları etrafa dağıldı. Hatta bir parçası bacağıma çarptı. O andaki acıyla kalbimin acısını daha net hissedebildim. Ne tuhaf değil mi? Bazen fiziksel acı içimizdeki acıyı görebilmemizi sağlıyor. Sanki o acı benim içsel zayıflığımı çıkarıyordu.

Benim bu evde durmamam gerekiyor. Kanepenin üstündeki çantamı alıp kapıdan dışarı çıktım. Bir anda rüzgârın yüzüme çarpmasını, saçlarımı savurmasını hissettim. Fırından yeni çıkan ekmek kokusu burnuma çarpmıştı. En sevdiğim kokulardan; bana çocukluğumun sabah erken kalkıp ekmek almalarını hatırlatır. Ama şimdi bu koku başka anıyla özdeşleşmişti. Artık bana sadece çocukluğumu değil, bir arkadaşımı kaybedişimi de hatırlatacaktı. Kimse olmayınca sokakta ne de güzel duyuluyordu kuşların sesi. Ah bu ses… Sanki bir huzur kulaklarımda yankılanıyor gibi geliyordu. Arabalar da fazla geçmiyordu sokaktan ve o iğrenç egzoz dumanları da yoktu. O siyah dumanlar sanki bizim hayatımızı da yerle bir ediyordu. Az önce duyduklarım doğru olamazdı. Nasıl sindirecektim bunu? Hayır, olamaz, yeni aldığım sigara paketi Osman’da kaldı. Şimdi geri dönüp ona da gidemezdim. Birkaç otobüs geçti yanımdan. Otobüsler çalışmaya başlamış, demek ki saat altıyı geçmiş olmalıydı.

Osman, çocukluk arkadaşım, sırdaşım, yol arkadaşım… Onu kaybetmek istemiyordum. Ondaki bu sıfatlar yok olamazdı. Sadece bir söz bunları alt üst edemezdi. Nasıl fark edemedim? Osman yalnız kalmadı, en azından yanında Ezgi vardı. Ama şu anda ben yanımda kimseyi istemiyordum. Ne diyecektim? Bu içimdeki karmaşayı nasıl anlatacaktım.

Telefonum çalıyordu. Ama o kadar kendimleydim ki bakmak aklıma bile gelmiyordu. Yürüyordum hızlı hızlı, birkaç kişiye de çarpmıştım galiba. Yürürken sokaktaki duvarlara dokunarak yürüyordum. Sanki çocukluğumdaki anıları bana geri döndürecekti bu duvarlar. Hani dili olsa da konuşsalar bana. Bir tek bu duvarlar anlar benim halimi. Çünkü çoğu yaşadıklarıma, konuştuklarıma şahit oldular. Bazı gerçekler yüzüme öyle çarpıyordu ki, bunlarla nasıl baş edeceğimi bilemiyordum. Ağlamaya başladım. Nefes almakta zorlanıyorum. En iyi arkadaşımı kaybettim. On beş yılımı kaybetmek istemiyorum. Ailelerimize ne diyecektim? Bunu nasıl söyleyecektim? Keşke her şeyi önceden fark etmiş olsaydım. Ama neyi değiştirebilecektim?

Neredeyim ben? Osmanla gittiğim ilkokulun önündeyim. Sekiz yılı aynı sıralarda devirmiştik. İlk düşüşlerimizi burada beraber yaşadık. Yaralarımızın iyileşmesini sağladık. Birbirimizi kaldırdık hep. Ama ben onu hep kırmışım fark etmeden. Kendime de kızıyordum. Aslında bazen bana öyle bir şey söylüyordu ki, keşke bana bunu bir sevgilim demiş olsaydı, diyordum. Kiminle dertleşecektim ben, kime ağlayacaktım… Osman’a bir yandan çok kızıyordum, bir yandan da ona çok üzülüyordum. Kendime de kızıyordum. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirdim. Onun duygularını çiğnemişim. Ondan özür dilemek de istiyordum ya da sarsıp ona ‘bu nasıl olabilir’ demek de istiyordum.

Artık kaçamıyordum. O sözler kulağıma artık net bir şekilde geliyordu: “Bunca sene nasıl görmedin? Ben kendimi senden alamıyorum. Artık dayanamıyorum. Pelin seni seviyorum.” Dizlerim tutamıyordu beni. Artık bağırarak ağlamaya başlamıştım. Her şeyin başladığı yerdeydim ama onlar bitmişti. Sanki gözümün önünde alevler içinde yanıyordu. Külleri de etrafa savruluyordu. Küller gibiydim nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmeden öylece her yere savruluyordum. Havada beni tutan da yoktu. Yerde kapanmış bana sevdalanan, içinden beni sarmalayan dostumu düşünüyordum. O anda dank etti. Artık hiçbir şey eskisi gibi de olamayacaktı. Sevdalık olmuş haberi yoktu.

Yorum bırakın