Yazın son demleri sabrın da son demleridir benim için. Burnunun ucuna kadar gelmiştir yazın katlanılmazlığı. Her sene yazın sonbahara devşirdiği bir gün olur mutlaka. Yıllardır tuttuğum günlüğün o günkü sayfası mutlaka doludur. Yazı sevmeyen bir insan olarak sonbaharı fısıldayan o günü hiç atlamam. İçim kuş olup uçar o gün. Ayaklarım tüm dünyayı arşınlayabilecekmiş gibi bir kuvvetle dolar. Tüm yaz içimde kıpırdamadan duran bir potansiyel enerji yazın bittiği o gün adeta büyük bir reaksiyonla kinetiğe dönüşüverir. Üç aylık gülümser dudaklarım, tüm yaz somurtmuşumdur çünkü. Eylül benim için dokuz aylık güzel bir senenin başlangıcıdır yani bir bakıma.
İlginç, insanın bu denli fiziksel şartlarla bağlı olması. Bedenin esaretinin bir başka göstergesi aslında bu da.
Eylüle bu sene de Edip Cansever’in sesinden hoş geldin diyelim;
“Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim.
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.”
*
Görsel: https://pixabay.com/tr/users/mikes-photography-1860391/