Selam sevgili okur,
Bu yazıya başlıkla başladım. Çünkü konudan sapmadan direkt anlatmak istiyorum meramımı. Başlıkla kendimi sınırlandırdığımı düşünüyorum. Neyse.
Hayatınız bir şeyleri bekleyerek geçiyormuş gibi mi geliyor? Bir zamanın gelmesini veya bir zamanın geçmesini, bir şeylerin çözüme kavuşmasını, yoluna girmesini… Kısacası hayatımızda yenilik doğuran bir hadise yaşanmasını bekliyoruz. Çoğunlukla da bunun kendi kendine olmasını, ama şu an konumuz bu da değil.
Hepimiz az buçuk böyleyiz sanırım. Ertelediğimiz şeylere rağmen yaşamı sürdürebilmek için tomarla bahane var aklımızın bir köşesinde. Lazım olunca onları ortaya çıkarıyor ve ikna edici bir önerme gibi yaklaşıyoruz onlara. Benim bu bahanelerle bir problemim yok. Olan biçimimi kabullendim. İstemediğim, üşendiğim veya bir şekilde yapmakta çekindiğim şeylerin sorumluluğunu üstümden atmak için kullandığım her bir bahaneyi seviyorum. İçimi rahatlatıyorlar. Onlar olmasa kendimi çok sorumsuz hissedeceğim.
Şu an bahsetmek istediğim, kendime dönüp “İşte o zaman geldi!” demekle ilgili. Bundan daha iyi bir zaman gelmeyecek ve ertelediğin, üşendiğin, gücendiğin her şey elinin uzandığı mesafede. Birini yapmaya başlayınca belki de düğüm çözer gibi hepsi tek tek çözülüp açılacak. Ha, belki de çözülmeyecek; eline yüzüne bulaştıracak, başarısız olacak, pişman olacaksın. Fark eder mi? Hayat benim, pişmanlıklar ve başarısızlıklar da. Başarılar ve iyi ki-ler kadar değerli değil mi onlar da? Hatta şöyle büyük başarılara bakınca “Bu muymuş? Bu kadar mıymış? Bitti mi şimdi?” sorularını sormuyor muyuz kendimize? Her başarı balon gibi şişip göğe biraz yükselince aniden sönüp inmiyor mu? Buradan bakınca neredeyse başarısızlıkları daha çok seveceğim. Çünkü onlar ömür boyu ders çıkardığım birer hatıra gibi. Unutmamak için elimin üstüne tükenmez kalemle bir çizik attığım, alınması gereken bir ihtiyaç gibi. Hatırlatma kurduğum bir randevu gibi. Önemli yani.
Şimdi biraz beklemeye dönelim. Beklemekle problemim yok. Aslında problem bulmaya değil de, çözmeye geldim bu sefer. Her şeyi problem olarak adlandırmak yerine birçok şeyi oluş biçimi olarak kabullenmeye. Tabii bu, kabullendiğin her şeyi bir kenara atıp görmezden gelmeyi yanında getirmiyor. Kabullenmek savaşmayı bırakmayı ifade ediyor sadece. Yoksa her kabullenişle bir miktar “Hiçbir şey yapılamaz” içermiyor. Çünkü bir şeyler yapılabilir. Belki çok şeyler yapılabilir. Bir şeyler yapmak istemekte toplanıyor değiştirmek istediklerim.
Nitekim zaman ne kadar göreceli ise de geçmişte belirli bir zaman dilimi tahayyülü yaptığımızda tüm zaman dilimleri çok hızlı geçmiş gibi geliyor bize. Ne kadar geçerken çok yavaş gibiyse de, geçtiğinde “Ne çabuk geçmiş” zaman dilimleri haline geliyor. İşte diyorum ki zaten kısa ömrümüz, zaten hızla geçecek, zaten ne yaparsak yapalım maziye bakıp avunacağız. Madem, mazi olmadan bir şeyler yapalım diyorum ben. Büyük de olmak zorunda değil, bir şeyler yapalım yeter.
*