Söylenen her şeyin doğru olduğuna inandığımız bir yaş dilimi vardı hani. Sorgulama ihtiyacı hissetmediğimiz, daha doğrusu insanların niye yalan yanlış konuştuğunu/yaşadığını anlamadığımız bir zaman dilimi… Şimdi o günleri özlüyor muyuz?
Konumuz biraz bu durumun ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan şüphecilik.
Bir şeylerin gerçekliğini sorguladığımız zaman şüphe kaçınılmaz olarak gelecektir. Fakat bir yerden sonra insan bu durumun ilk durumdan daha korkunç olduğunu fark ediyor. Neden mi? Çünkü dünyaya aydınlık gözlerle bakmayı biraz bırakıyorsunuz. En basit şeylerde bile yalanlar görmeye başlıyorsunuz. Örneğin bir kitap öneri listesi düşünelim. İnanın eskiden böyle bir liste hazırlayan birinin listedeki kitapları okumamış olacağını aklımın ucundan dahi geçirme gereği duymuyordum. Şimdi hazırlanan çoğu listenin okunmadan oradan buradan araklandığını düşünmeye başladım. Bu çok basit bir şey ve gereksiz bir şüphe olabilir. Fakat hep aynı kitapların listelenmesi o kadar saçma geliyor ki bana. Elbette bazı şaheserler vardır insanların büyük çoğunluğu sevebilir. Ama bire bir aynı kitaplar, bire bir aynı cümlelerle anlatılıyor.
Aslında bu verdiğim örneğin doğru olma ihtimali kadar yanlış olma ihtimalinin de olması bile bir şüphecilik yaratıyor. Çünkü şüphe tam olarak böyle bir duygu. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemez hale geliyorsunuz.
Halbuki ben insanlara inanmak istiyorum. Hatta bu yüzden çok da kolay inandığımı da itiraf etmeliyim. Ama artık bir yanım hep biliyor ki söylediklerinde samimi insan sayısı çok fazla değil. Üstelik bunun için çoğu zaman bir gerekçeleri de yok. Doğruyu söylememek nasıl oldu anlamadım ama çağımızın hastalıklı bir modası haline geldi. Ve bu insanlara artık ben de inan-mış gibi yapıyorum.
Ne güzel yazmışsın
Teşekkür ederim, sen güzel görmüşsündür. 🙂