Şu boşluk hissi.
Bilirsin, mutlaka yoğun bir tempo arkasıdır. Ama n’olursa olsun sevgili ‘okuyan’, uyku önemli bir şey. İhmal etme.
Bu arada sıcaklar sadece beni mi hasta ediyor? Mide sınırlarıma girebilen tek şey şeftali.
Geçen sene. Kız kıza takılmalar zamanı. Eskiden çok sevdiğimiz, “Yirmi kişi çıksak göçmez mi bu?” diye düşündüren yıkıldı-yıkılacak o güzel ahşap binasında hizmet veren, ama şimdi taşınan, nargile kafe moduna bürünüp kendini aşağılayan (dolayısıyla artık önünden geçmediğimiz, ki nargileyle sorunumuz olduğundan değil, ne uzun parantez içi oldu bu), güzel kahveleri, güzel müziği olan o mekandayız yine. Bir şarkı başlıyor. Çok tanıdık, senelerdir bir şekilde dinliyorum. Ama kim olduğunu, ne olduğunu bir türlü çıkaramıyorum. Babamı aradım. Zaten onları çok fazla aradığım bir dönemdi. Allah’ım, ne dönemler geçiriyoruz. Neyse, müziği duyup duymadığını sordum babama. Duymuyordu tabi. Hoparlörlerden birine yaklaştım ama nafile. Sandalye çektim. Üzerine çıkıp hoparlöre yapıştıracağım telefonu. Garson yetişti, playlistten bakıp adını söylemeyi teklif etti. Mutluluk.
Ağlamaya başladım. Bir şarkı insana her şeyi yapabilir. İsterseniz terapi aracı olur, isterseniz işkence. Bu kadar sorunlu bir kavram kendisi. Biz de zaten bu yüzden seviyoruz ya. Müzik de bizim gibi. İçinde her şey var.
Bazen önemsediği tek şey kekin kabarıp kabarmadığı olan insanlara özeniyorum.
Kek onları uykusuz bırakmıyordur.
Stres tuhaf şey. Herkeste etkileri farklı. İlacı yok. Kendi kendini yiyip bitirene kadar onunla beraber yaşıyorsun. Tam bir parazit aslında. Kendi çıkarı ne bilmiyorum ama yerleştiği konağa verdiği zarar had safhada.
Unut gitsin. Bazen ihtiyacımız olan tek şey güzel bir müzik.
O günkü şarkı, ‘Learning to fly’dı. Bugün başka.
Baba-kız şarkısıdır kendisi. Gözlerini kapat. Dünya kaybolup gidiyor.
Sevgiyle.